Bediüzzaman Said Nursi Sözleri

Bediüzzaman Said Nursi Sözleri
İman insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise insanın vazife-i asliyesi,iman ve duadır. Küfür,insanı gayet aciz bir canavar hayvan eder.

Evet, bir gözsüz akrep ve ayaksız yılan gibi haşerata mağlup olan insana bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren,onun iktidarı değil, belki onun zaafının semeresi olan teshir-i Rabbani ve ikram-ı Rahmanidir. Ey insan! Madem hakikat böyledir.Gururu ve enaniyeti bırak.  Uluhiyetin dergahında acz ve zaafını, istimdat lisanıyla;  fakr ve hacatını, tazarru ve dua lisanıyla ilan et ve abd olduğunu göster.Ve ”ALLAH bize yeter . O ne güzel vekildir de. En vefalı ve en sadık dost en zor günde anlaşılır.  Düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur; düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır. İhsan-ı İlahiden fazla ihsan, ihsan değildir. Her şeyi, olduğu gibi tavsif etmek gerektir. Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir,  göz ise maneviyatta kördür.Güzel gören güzel düşünür,  güzel düşünen hayatından lezzet alır. Ey nefsim! Deme ‘zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder.  Derd-i maişetle şarhoştur.’ Çünkü ölüm değişmiyor.  Firak,  bekaya kalbolup başkalaşmıyor.  Acz-i beşeri,  fakr-ı insani değişmiyor,  ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sürat peyda ediyor.

Şeytanın mühim bir sinsi planı, insana kusurunu itiraf ettirmektir, ta ki bağışlanma ve Allah’a sığınma yolunu kapasın. Hem nefsi insaniyetinin enaniyetini tahrik edip, ta ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin, adeta kusur ve günahlarından takdis etsin..

Büyük işlerde yalnız kusurları gören,  cerbezelik ile aldanır veya aldatır.

Nefsini suçlayan kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, bağışlanma diler. Bağışlanma dileyen Allah’a sığınır.  Allah’a sığınan şeytanın şerrinden kurtulur.  Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar.  İtiraf etse affa müstehak olur.

Bu zamanda insanlar, ihsanını,  muhtaçlara çok pahalı satarlar.

Güzelin ayinesi güzeldir. Güzelin mehasinlerini gösteren ayine güzelleşir. O ay ayinenin başına güzelden ne gelse güzel olduğu gibi; Hayatın başına dahi ne gelse, hakkat noktasında güzeldir.Her şey ya hakikaten güzeldir,ya bizzat güzeldir veya neticeleri itibariyle güzeldir..

Sen burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği birşeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fani dünyadan da çıkacaksın. Öyle ise aziz olarak çıkmaya çalış.

Ölüm firak değil, visaldir, tebdil-i mekandır, baki bir meyveyi sünbül vermektir

Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde,fani dünyada bıraktığın eserlerede kıymet verme…

Sadaka nasıl mal ile olur. ilim ile dahi olur. kavl ile, fiil ile, nasihat ile de oluyor.

Hırs, hasaret ve muvaffakiyetsizliğin sebebidir..

Hırs, sebeb-i mahrumiyettir; tevekkül ve kanaat ise, vesile-i rahmettir.

Allah, melce ve mencedir. Kâinattan küsmüş, dünya ziynetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence odur.

Şimdi hayatının saadet içindeki Kemâli ise: Senin hayatının âyinesinde temessül eden Şems-i Ezelî’nin envârını hissedip sevmektir. Zîşuur olarak Ona şevk göstermektir.Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir. Kalbin göz bebeğinde aks-i nurunu yerleştirmektir.

Sırf bu dünya için mi yaratılmışsın ki tüm vaktini ona sarf ediyorsun?

Eğer gözü,gözün Sani-i basirine satsan ve onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan,o zaman şu göz,iu kitab-ı kebir-i kainatın bir mütalaacısı ve şu alemdeki mucizat-ı san’at-ı rabbaniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklernin mübarek bir arısı derecesine çıkar.

Eğer ölüme öldürüp zevali dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı beşerden kaldırıp kabir kapısını kapamak çaresi varsa,söyle,dinleyelim.Yoksa, sus!Kainat mescid-i kebirinde Kur’an kainatı okuyor,onu dinleyelim.O nur ile nurlanalım.Hidayetiyle amel edelim Ve onu Vird-i zeban edelim.Evet,söz odur ve ona derler.Hak olup haktan gelip hak diyen ve hakikati gösteren nurani hikmetli neşreden odur.

Ey insan!Hiç mümkün müdür ki,sana bu simayı veren ve o simada böyle br sikke-i rahmeti ve bir hatem-i ehadiyeti vaz’eden zat,sen, başıboş bıraksın;sana ehemmiyet vermesin;senin harekatına dikkat etmesin;sana müteveccih olan bütün kainatı abes yapsın;hilkat şeceresini,meyvesi çürük,bozuk ehemmiyetsiz bir ağaç yapsın?Hem hiçbir cihetle şüphe kabul etmeyen ve hiçbir vecihle noksaniyeti olmayan,güneş gibi zahir olan rahmetini ve ziya gibi görünen hikmetini inkar ettirsin?

Hayatın lezzetini, zevkini isterseniz hayatınızı imanla hayatlandırınız ve feraizle ziynetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.

Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem ahirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslamiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik manen baki kalacak ve edebi bir gençlik kazanmasına vesile olacak.

Dünyada gençliğe muhabbet, yani ibadette gençlik kuvvetini sarf etmenin neticesi: dar-ı saadette edebi bir gençliktir.

Ey insan! Eğer yalnız Ona abd olsan, bütün mahlukat üstünde bir mevki kazanırsın. Eğer ubudiyetten istinkaf etsen, aciz mahlukata zelil bir abd olursun.

Madem her yer misafirhanedir. Eğer misafirhane sahibinin rahmeti yar ise, herkes yardır, her yer yarar. Eğer yar değilse, her yer kalbe bardır ve herkes düşmandır.

Her kim kendisini ALLAH’a malederse, bütün eşya onun lehinde olur. Ve kim ALLAH’a mal olmasa, bütün eşya onun aleyhinde olur. ALLAH’a mal olmak ise, bütün eşyayı terk ve her şeyin Ondan olduğunu ve Ona rücu edeceğini bilmekle olur.

İnsan eğer kesrete dalıp kainat içinde boğulup dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fanilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasarete düşer. Hem fena, hem fani, hem ademe düşer. Hem manen kendini idam eder. Eğer insan-ı Kuran’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubudiyetin miraciyle arş-ı kemalata çıkabilir. Baki bir insan olur.

Ey insan! Senin nokta-i istinadır ancak ve ancak ALLAH’a olan imandır.  Ruhuna, vicdanına nokta-i istimdad ise ancak ahirete olan imandır. Binaenaleyh bu her iki noktadan haberi olmayan bir insanın kalbi, ruhu tavahhuş eder; vicdanı daima muazzeb olur.

İmana gel ki, elemden emin olasın. Kadere teslim ol ki selamette kalasın.

Bizim vazifemiz müspet hareket etmektir, menfi hareket değildir. Rıza-i İlahiye karışmamaktır. Bizler aşayişi muhafazası netice veren müspet iman hizmeti içinde her yıl bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli, belki yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan, bazen men olunduğum gibi men edileceğim. Onun için benim nur ahiret kardeşlerim, ehven-ü şer deyip bazı biçare yanlışçıların hatalarına hüçum etmesinler. Daima müspet hareket etsinler. Menfice hareket vazifemiz değil. Çünkü dahilde hareket menfice olamaz.

Dine hizmet ederken müspet hareket etmek ve menfi hareketlerden kaçınmaktır.

Ey nefsim! Deme ‘zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle şarhoştur.’ Çünkü ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşeri, fakr-ı insani değişmiyor, ziyadeleşiyor.  Beşer yolculuğu kesilmiyor,  sürat peyda ediyor.

Şeytanın mühim bir sinsi planı, insana kusurunu itiraf ettirmektir, ta ki bağışlanma ve ALLAH’a sığınma yolunu kapasın. Hem nefsi insaniyetinin enaniyetini tahrik edip, ta ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin, adeta kusur ve günahlarından takdis etsin..

Nefsini suçlayan kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, bağışlanma diler. Bağışlanma dileyen ALLAH’a sığınır. ALLAH’a sığınan şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse affa müstehak olur.

İşte tahmin ederim ki, nasihlerin nasihatları şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlaksız insanlara derler:  “Hased etme! Hırs gösterme! Adavet etme! İnad etme! Dünyayı sevme!” Yani,  fıtratını değiştir gibi zahiren onlarca malayutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki: “Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz. ” Hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.”

İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inadlı taleb ve hakeza şedid hissiyatlar, umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı, şiddetli bir surette fani umûr-u dünyeviyeye tevcih etmek, fani ve kırılacak şişelere, baki elmas fiatlarını vermek demektir.

Hem gizli düşmanlarım, hem nefsim; şeytanın telkiniyle zaif bir damarımı arıyorlar ki, beni onunla yakalayıp Nurlara tam ihlas ile hizmetime zarar gelsin. En zaif damar ve dehşetli mani’, hastalık damarıdır. Hastalığa ehemmiyet verdikçe, hiss-i nefs-i cisim galebe eder; zarurettir, mecburiyet var der, ruh ve kalbi susturur; doktoru müstebid bir hakim gibi yapar ve tavsiyelerine ve gösterdiği ilaçlara itaate mecbur ediyor. Bu ise fedakarane, ihlasla hizmete zarar verir. Hem gizli düşmanlarım da bu zaif damarımdan istifadeye çalışmışlar ve çalışıyorlar. Nasılki korku ve tama’ ve şan ü şeref cihetinde çalışıyorlar. Çünki insanın en zaif damarı olan korku cihetinde bir halt edemediler, i’damlarına beş para vermediğimizi anladılar.

Hastalığın hikmetleri

Ey hastalıktan şekva eden biçare adam! Hastalık bazılara ehemmiyetli bir definedir, gayet kıymetdar bir hediye-i İlahiyedir. Her hasta, kendi hastalığını o neviden tasavvur edebilir. Madem ecel vakti muayyen değil; Cenab-ı Hak, insanı yeis-i mutlak ve gaflet-i mutlaktan kurtarmak için, havf u reca ortasında ve hem dünya ve hem ahireti muhafaza etmek noktasında tutmak için, hikmetiyle eceli gizlemiş. Madem her vakit ecel gelebilir; eğer insanı gaflet içinde yakalasa, ebedi hayatına çok zarar verebilir.

Hastalık gafleti dağıtır, ahireti düşündürür, ölümü tahattur ettirir, öylece hazırlanır. Bazı öyle bir kazancı olur ki; yirmi senede kazanamadığı bir mertebeyi yirmi günde kazanıyor. Ezcümle, arkadaşlarımızdan -ALLAH rahmet etsin- iki genç vardı. Biri İlama’lı Sabri, diğeri İslamköy’lü Vezirzade Mustafa. Bu iki zat, talebelerim içinde kalemsiz oldukları halde, samimiyette ve iman hizmetinde en ileri safta olduklarını hayretle görüyordum. Hikmetini bilmedim. Vefatlarından sonra anladım ki; her ikisinde de ehemmiyetli bir hastalık vardı.

O hastalık irşadıyla, sair gafil ve feraizi terkeden gençlere bedel, en mühim bir takva ve en kıymetdar bir hizmette ve ahirete nafi’ bir vaziyette bulundular. İnşaALLAH iki senelik hastalık zahmeti, milyonlar sene hayat-ı ebediyenin saadetine medar oldu. Ben onların sıhhatı için bazı ettiğim duayı, şimdi anlıyorum dünya itibariyle beddua olmuş. İnşaALLAH o duam, sıhhat-ı uhreviye için kabul olunmuştur.

İşte bu iki zat, benim itikadımca, on senelik bir takva ile elde edilecek bir kazanç kadar bir kar buldular. Eğer ikisi, bir kısım gençler gibi sıhhat ve gençliğine güvenip, gaflet ve sefahete atılsaydılar; ölüm de onları tarassud edip tam günahlarının pislikleri içinde yakalasaydı; o nurlar definesi yerine, kabirlerini akrepler ve yılanlar yuvası yapacaklardı..

“Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan veya tenasi edilse; ezhan enelere dönüp etrafında gezerler.”

Dua eden adam anlar ki,birisi var onun hatıra-ı kalbini işitir,her şeye eli yetişir,herbir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına medet eder…

KAYNAK : http://sanalzade.com/